20080316

2428



2428
23:11

dediklerine göre artık su yükselmeyi bırakmış. son 3 haftadır yağmur
yağmıyor ve söylenilenleri duymasaydım suyun geri çekilmeye başladığını
bile düşünebilirdim . ama şimdilik sadece gezicilerin dediklerine
inanabiliyorum , inanabiliyoruz. bugün bu dağın uçlarına yakın eski ve
yaşı kadar heybetli bu gözlem evine sığınışımızın 28günü . 28 günün
sonlarına doğru ben inanmayı düşünüyorum . elimde kalan bu sonuncu
sorgulamanın keyfini çıkartarak yazıyorum.

üç yıl kadar önce başladı küresel ısınma panikleri. iki yıl kadar önce
artık ne kışın kar görmemiş yerlerde evlerde mahsur kalmaya ne de yazın
asfaltları eriten sıcaklığa şaşırır olduk. on üç aydan daha uzun olmasa
gerek herkes hızla önce maillerde sonra da ağızdan ağıza dolaşan
söylentiyle geldi . bu tam altı ay süren yağmurun haberi. "sonunda
doğanın dengesi bozuldu. sonu gelmeyecek yağmurlar kapınızda", "ikinci
tufan mı kıyamet mi?" "dünyanın en güvenilir bölgesi olacak himalayalara
güvenli ruhani bir yolculuk, bir telefon kadar uzağınızda."

hiçbirimizin ne yeterince dalga geçecek ne de yeterince düşünecek vakti
olmadı . yağmur geldi. dillerinde yağmur kelimesi olmayan insanların
topraklarına geldi , kurumak üzere olan barajları doldurdu , onları
yokedip yataklarını defalarca fazlasını doldurdu yağmur. artık düşünmeye
başladık ikinci ayın ortalarında . devletler saçma, komik ve aynı halde
de trajik kararlar aldılar. ordular alarma geçti yağmur için . arzak
stokları yapıldı yeraltı sığınaklarında , yağmur sanki yeryüzündeki her
deliği doldurmuyormuş gibi .

ne zaman kendimi camdan dışarıya boş bakarken bulsam sonrasında geriye
bir zamanlar krem rengi boyası olduğunu kanıtlayacak kadar az döküntüsü
kalmış bu tahta çerçeveyi tırtıklarken buluyorum gözümde o sahne.
fotograf gibi beynime kazındı ellerimde ağır çantalarla arabaya doğru
aceleyle ilerlerken evime son bakışım. "hiç bir şey eskisi gibi
olmayacak" dedim inançsızca. inanmadım. nedeni bu cümleyi defalarca
duyduğumdan, belki kullandığımdan ve söylendiği durumları düşünmemdendi. şu
durumda , bu karmaşada etrafımda ağlayan, şikayet eden,
deliren, içindeki çığlıklara karşın sakinliğini koruyup toparlanmaya
çalışanların seslerinin bile yettiği evime son bakışımda, o cümlenin de
önce kullanıldığı sözde felaketler durumlarının acizliği inancımı
bitiren. barışların savaşları bitirdiğine inanırdım, kuraklığın
çoraklığın yağmurla biteceğine. bir kötülüğün bitmesine tek çözüm iyilik
olmadığı çok açık.

"her şey eskisi gibi olacak." felaketimiz duraksadı. güneş bulutları
sildiğinde hayal meyal görünen eski dağ zirveleri yeni adacıklara
ulaşma, yardım etme-bulma, yiyecek paylaşmak, belki de sırf meraktan
oralara ulaşma planları başladı. her şey böyle başlamamış mıydı? yeni
yerleri keşfedip, sahiplenip, yararlı olma vaadiyle
yararlanmayla. felaketimiz kendini hep tekrarladı, iyiliğimize inancımız
bittikçe taşıdık onu. uzaklığından ve onu çevreleyen ağaçların cinsinden
mavimsi görülen şu adaya da gidecek içlerindeki taşınabilir felaket
. umarım onun yolunda geberirler.

küçükken yıldız kayıyor diye dilek tutardık olacağına ne kadar inanırdım
okulda, atmosfere çarpıp yanan göktaşları olduklarını öğrenene dek.
yağmur durduğundan beri geceleri onları izliyorum bu eski teleskopla.
her biri gerçekleşecek dileklerimi kutluyorlar .

20080224

318


318
3:09

Delilik bu etrafımda çığlıklar atarak uçuşan kelebeklerin varlığını bilmek mi yoksa onları görmezden gelme isteği mi ?
Kanatlarını yer yüzüne doğru kapatışında gökyüzüne biraz daha yaklaşırlar. Gözler Her kapandığında huzura daha da yaklaşıldığı gibi Her iki durumda da kelebek Hiç olmadığı halde çığlığıyla nasıl yeryüzünü yırtarsa, kapanan gözlerde gözlerini kapadığı Her anda bir çığlık açar içinde.
Kanatlarını tüm gücüyle kapatıp yeryüzüne, yere bağımlılara, tüm gücüyle yükselir özgürlüğe. Çığlığıyla kanatlarının acısını verir, yükseldiği yerden soğuk nefesin mutluluğunu alır.

20071208

maybe we could make it all right
we could make it better sometime
maybe we could make it happen baby
we could keep trying
but things will never change
so i don’t look back
still i’m dying with every step i take
but i don’t look back
just a little, little bit better
good enough to waste some time
tell me would it make you happy baby
we could keep trying
but things will never change
so i don’t look back
still i’m dying with every step i take
but i don’t look back
we could keep trying
but things will never change
so i don’t look back
still i’m dying with every step i take
but i don’t look back
and it hurts with every heartbeat
and it hurts with every heartbeat

20071110

2187

2187
12:54am
Kendimi hiç bu kadar terkedilmiş hissettim mi hatırlamıyorum . Kendi elimle imzaladığım bir dilekçe sonucunda terapi merkezine kapatılmış gibiyim . Her uyku sonrası ilaçlanmışcasına rahatlıyorum. Ama gün ortasından sonra ilacımın etkisi geçmeye başlıyor ve çaresiz hissediyorum kendimi. Yalnız. İşin aslı yalnızım.

Bu arka bahçe bana bir kaçış gibi geliyor. Hava öylesine sıcak ki günün döndüğü şu saatlerde bile gün boyu kavrulan ot kokusu hissettiriyor kendini. Arkasına tahtadan yaptığım bu sıra , çiçek saksıları içindi , burası da aletleri, bahçe gereçlerini , ıvırı zıvırı koyacağım ufak bir kulübe. 72 yaşımda , yaşıma göre dinç (karıma göre inatçılığım yüzünden) ve hala savunduğum fikirlerim olacak kadar genç ve bu tahtadan alet kulübesini yaptıktan sonra kızım ve iki oğlumun ele geçirmesini hatırlayacak ve mutlu olacak kadar dincim. Dinç özelliğimi iki defa kullandım, vurgu içindi , bunadığım için değil . Şu an olduğum bölgede yani artık ufak torunumun çiçek saksılarının olması gereken yerde bebeklerini dizip onlara masallar anlattığı sırya bakıpilk yaptığımda ukala komşum ve aynı zamanda kadim dostumun nasıl eğlendiğini hatırlarım hep. Bu kasabada insanların anladığı ve çok da iyi yaptığı iç şey var ; biri hayvan yetiştiriciliği diğeri çiftçilik , geri kalan da dostlarıyla çok iyi eğlenebilmek. Joseph de çiftçi ... Ona ve bu küçük kasabada tanıdığım diğer çiftçilere göre toprak çiçekle meşgul edilemeyecek kadar kutsal. Ona göre bu anlamsız (?) çiçeklik yerine tarla fareleri için bir kaç tekerlek koyarak onları oyalasaydım daha iyi edermişim .Tam kırk yıl önceydi ama o keyifli kahkahasını hala duyar , ellerini beline koyup kendinden emin tavırla evlerimizin arasındaki çitin arkasında duruşunu görür gibi iyi hatırlıyorum . O an cevap veecek gibi olup sonra ben de bastım kahkahayı. Ama ikiz oğullarıma " babanız sizin için süpriz bir oyun kulübesi yaptı " diye kandırıp alet kulübesi hayalimi alet dolabına çevirmesi hiç komik değildi. Evet değildi .
Oğullarım koşarak geldiler , "baba, baba , artık biliyoruz , artık biliyoruz." 8 yaşlarında , birinci sınıfı ikinci defa okuyan iki haylaz , okul dönüşünde bana bu denli heyecanla vereceği haberdeb o kadar emindim ki işin aslını öğrenmem bu yüzden komik değildi. Hala değil teyit ediyorum. "Hadi şu güzel haberi verin , sonra da en çok istediğiniz şeyi söyleyin, yaparım. " dedim . Ah nasıl da emindim kendimden . Oğullarım, Matthew ve Mika ikizlerdi ama çocuklukları boyunca bu kadar uyumlu sanki ne söyleyeceklerini ezberlemiş gibi sırayla cümle cümle, en ince ayrıntısıyla anlatmaları bana hep neşe verdi.
-joseph amca
-okuldan çıkınca biz joseph amcayı gördük
-ve dedi ki arka bahçeye biz babannemdeyken kulübe yapmışsın
-evet, tahta bir kulübe aynı ağaç ev gibi
-evet aynı joe ve Vivien'in babasının yaptığı gibi
-evet ve aynı Elizabeth'in bebek evi gibi ama kocamanmış bu .
İkisinin de gözleri parlıyordu .Öylesine parlak ışık kürecikleriydi ki... Koşarak kucağıma atlamış bu iki koca bebek her cümle sonunda "evet baba biliyor musun?" ekleyip neredeyse ağızlarına sığamaycak bir gülümsemeyle soru işaretini koyuyorlardı . " evet, çocuklar biliyorum ama bu bir süprizdi,bana yarına kadar müsade eder misiniz onu bitireyim?" O an aklıma gelen ilk şey çocuklara uygun bir şekile getirmek için zaman kazanmalıyım oldu . Neyse ki bu soruyu duyar duymaz annelerine Mary Ann'e, biricik karıma hemen haberi vermek için dükkanımı terkedip eve doğru koşmak oldu .
-evet baba
-evet evet baba
-anneme söylemeliyiz!
-harika!
Kızım Lily Ann, bir azize olan annesinin kendine yaraşır derecede verdiği bir hediye. Bir kız çocuğu bu kadar sorunsuz nasıl büyüdü bu iki hiperaktif veledin yanında anlaşılır gibi değil. Lily ann geldi koşan kardeşlerine bakarak ve gülümseyerek "Onlara ne söylediysen ben de duymak istiyorum,şimdi ,burada,hemen" dedi. Olanları duyduğunda aynı annesi gibi önce şaşkınlıkla sağ kaşını kaldırdı Joseph amcasının içli şakasına karşılık sonra da bana sarılarak gülmeye başladı . O kulübeyi ne kadar çok istediğimi ve oranın benim için bir çeşit kaçış yeri olduğunu anlayacak yaştaydı . Ve büyüdüğünde onları ne kadar çok sevdiğimi bu yüzden onlardan uzaklaşmak istesem bile bunun ancak arka bahçenin köşesindeki bu şekilsiz ve işlenmemiş ağaç kokan kulübe olduğunu da anlayacaktı. "annemin yüzünü görmeliyim" dedi gözleriindeki gülümsemeyle. Arkamda işini olan biteni izlerken bırakmış ,pis pis sırıtan çıraklarıma döndüm ve "eve gidiyorum, işinizi bitirmeden çıkmayın. "dedim akşam dönmeyeceğimi belirterek. Sırıtıyorlardı çünkü onlar kesti kalasları . Arkamı döndüğümü ve yine kaybettiğim alet kulübemi düşünmediğimi hatırlıyorum .
Mary'm ne pişirdi akşama , dün getirdiğim somonları fırına atmıştır, tanrım bu kadın! Kulübeyi düzeltmeme de yardım eder. Onu çok seviyorum. Bu artık resim çizilmedik yeri kalmayan kulübeyi de. Ama en çok bana şu an ileride , elinde yemek yaparken omzundna eksik etmediği beziyle duran, yanımda ders anlatmaktan yorgun düşmüş Lily'yi göstererek gözleriyle getirmemi rica eden Mary kadar değil asla. Bu kulübe yine beni onlardan uzaklaştırdı , onları hayal ettirerek.

20071101


+ yeni kıyafetler getirdim sana , kalk.
- (avuçiçini gösterir) tut...
+yeteri kadar ıslaksın, hadi, değiştir şunları.
-(göğsüne bir bakar ) biliyorsun, uzun zamandır ben... herneyse. kumaşı hissediyorum, mutlu ediyor beni.
+mutluluğun gerçekten ama gerçekten ne anlama geldiği hakkında bir fikrin var mı? var mı? hissettiklerinin hepsi ıslaklık. değişme zamanı, hem kıyafetlerinde hem...
-...
+...
-ne zaman kendimizi muhtaç hissedersek yaratıcıya sığınıyoruz. bu adil mi, değil mi? tanrı, lütfen noktaları hisset ve noktaları doldur.

20071019

her şey hakkında her şey ama '"hiç" "bir" "şey"'


Herkesi görüyorum . etrafımda , bana yakın , görebilme menzilimde ama bana uzak , benimle alakası olan herkes mesafe kaygısı olmadan herkesin farkındayım. Yaşıtlarımı izliyorum , bazıları iş tutturmuş , bazıları yuva dahi kurmuş , kimisi de daha ve henüz hayata başlamamış , herkesin sebebi ve bahsettiğim sonuçları var . herpsiyle ilgileniyorum hiç biriyle ilgilenmiyormuş gibi . herkesin fotoğrafı var aklımda . bana en yakın olan insanoğlunun da , bana başka , yakın olamayacak insanoğlunun dahi her hangi ve her anı hafızamda en az bir fotoğraf karesi halinde aklımda . hepsini taşıyoum . gittiğim her yere ve bulunduğum her ruh halinde hepsinin karışımı halinde tepkilerim herbirine , vücudumun parçası olmayan her birine , her birinden bilinçli ya da bilinçsiz biriktirtirdiklerim .
Herkesi duyuyorum . etrafımda duyu eşiğim dahilimde her tınıyı hissediyorum , duymak zorunda değilim , hissediyorum . dönüp dolaşıp da , o anla ilgili başlangıç noktasına dayandığım anı hatırlatan ilk kavram duyduğum hisler .
Her şeyi biliyorum . bilmemek erdem oluyor belirli bir noktaya dayandığında ve belirli bir noktaya dayanmasa da her şey bilmemek zeka belirtisi oluyor . her işi algılamak zekiliği gösterir ama her işin algıladığını göstermek ya da her işin altından kalkmaya çalışmak : değil . biliyorum ama bilmediğimi gösteriyorum anlayamadığımı söylüyorum ve kabullenerek aklımın son verdiği şeylerin benliğimin son vermesine engel oluyorum . beynimin varettiği zekamın , kalbimin yol verdiklerine boyun eğmesine değil de mantık yaratmasına izin veriyorum .
Herkesin kokusunu alabiliyorum görebildiğim ve ismini duyabildiğim. üzerine gidip yakınlaşmak ve cismini yakınsamaya gerek yok kendime . koklayabiliyorum ne geçirdiklerini akılllarından . saklamaya çalışmaları öyle aciszlik ...
Ve biliyorum sonunu . ama vücuduma haz veriyor , onu besliyor duyduklarıma gerçek anlamlarını yüklememek , kokladığım pis kokuları gülümseyerek etkilerini yok saymak , bildiklerimi nefrete dönüştürmeyerek kendi eksikliklerimi havaya pırıltılı toz zerrecikleri haline havaya saçıp diğerlerini gözlerini almak ve onları etkilemek , evet , onları eksikliklerimle etkilemek . Ve yine biliyorum her şeyi ama engel olamıyorum kendime . sadece en en başarılı olduğumu yapıyorum . zamanının gelmesini bekliyorum . hayır , ertelemiyorum.

20070928

2897
00:28

Ortama açılan bu kanyonu tavaf ettim ,duvarlarına
ibadethanelerini oydum dininin. Tavanlarını tutsun diye sert duran bu sütunlarım öylesine yüksek ki başımı döndürüyor. Öylesine eski ki , sonunu hatrıma getiremiyorum.